Eskiden pazar torbası doluydu, sohbetler kısaydı. Şimdi ise torbalar yarım, sohbetler uzun. Çünkü herkesin dilinde aynı dert: geçim sıkıntısı. Alım gücü eridikçe, gündelik hayatın ritmi de değişiyor.
Bugün markete giren, fiyat etiketine bakmadan ürün alamıyor. Peynir artık gramla, domates taneyle, ekmek ise neredeyse lüks sayılacak hâle geldi. Maaşlar cebe girmeden eriyor, emeklinin, çalışanın, öğrencinin hesabı sürekli “nasıl yetireceğim?” sorusuna takılıyor.
Ekonomik göstergeler ne söylerse söylesin, mutfaktaki yangını en iyi halk bilir. Çünkü asıl ölçü, tencerenin kaynayıp kaynamadığıdır. Eğer sofrada eksilen tabaklar varsa, eğer çocukların istediği meyve bile “yarın alırız” denilerek erteleniyorsa, işte o zaman alım gücü alarm veriyor demektir.
Toplumda en çok yankı bulan konu artık siyaset değil, ekonomi. Çay ocaklarında, dolmuşlarda, işyerlerinde konuşulan tek şey “fiyatlar nereye gidiyor?” sorusu. İnsanlar umut yerine kaygıyı, gelecek yerine günü kurtarma telaşını konuşuyor.
Bugün bize düşen, bu tabloyu sadece şikâyet ederek izlemek değil; çözümün peşinden gitmek. Çünkü alım gücü sadece cebimizi değil, moralimizi, huzurumuzu ve toplumsal dayanışmamızı da etkiliyor.
Kısacası, sözler uzuyor ama sofralar kısalıyor. Ve bu tablo, daha fazla görmezden gelinemeyecek kadar yüksek bir alarm çalıyor.