1 Mayıs 2004’ten bu yana Ankara’da düzenlenen 1 Mayıs gösterilerine katılırım. “İşçi Sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü”, iki elim kanda olsa beni meydanlara çeker. Dün ilk kez, bu günü büyük bir duygu seli içinde kutladım. İnanın gözyaşlarımı tutamadım. Gençlik yıllarımın, 68 çağının o ateşli günlerinden bu yana ilk kez kendimi de çok daha genç, çok daha umutlu, çok daha mutlu hissettim. Özellikle de son yılların 1 Mayısları saçları kırlaşmış, belleri bükülmüş, bir yandan tansiyonlarını, farklı bedensel sorunlarını sırtlarına vurmuş kuşakların buluşup anı tazelediği, birbirine zoraki gülümsemeler gönderdiği buruk törenlere dönüşmüştü. Dün Ankara’da, Anadolu alanında, Anıtkabir’in hemen altındaki meydanlarda gençler çoğunluktaydı.
Dünkü Ankara 1 Mayısına bütün üniversiteler kendi pankartlarının arkasında, çok kalabalık gruplarla, ateşli sloganlar, büyük heyecanlarla katıldılar. Yumruklarını sıkarak haykırıyorlardı. “İsyan, Devrim, Özgürlük!” diyerek göğü dövüyorlardı.
Başta ODTÜ vardı, sonraki en kabalalık grup Hacettepe Üniversitesi’ydi. Ankara Üniversitesi de kalabalık ve coşkulu bir kitle ile katıldı. Gazi Üniversitesi öğrencileri “Gazi faşizme mezar olacak!” diyen sloganlarla koşup gittiler önümden.
Hemen tüm üniversitelerin öğrencilerinden gruplar vardı.
Gözyaşlarım iniverdi aşağıya… Kendimi kanatlanmış, kendimi bir ömürdür aradığı murada kavuşmuş gibi hissettim. Çok duygulandım.
Çok güzel başladı tören. Alana ilk giren Genel İş Sendikası’nın önünde bir kadın bando takımı vardı. Hemen arkalarından gelen kadınlı erkekli bir mızıka takımı “Çav Bella” çalarak geçti önümden.
Bu halktaki, bu milletteki onuru, özgürlük duygusunu, dayanışmacı geleneği ve mücadele azmini yıkamadılar. Horasan ve Hazar gelenekli, kutsal Kurtuluş Savaşı’nda Gâzi Mustafa Kemal’in arkasında safa girip dünyanın egemenlerine kafa tutmuş Türkiye toplumu, emperyalizme, onların cemaat, tarikat ve çıkarcı politika çetelerinde örgütlenmiş hain işbirlikçilerine, vatan toprağı satıcılarına, emek ve üretim düşmanlarına karşı boyun eğmedi.
Alanın ortalarında güleryüzlü bir kadın geldi yanıma, çiseleyen yağmur altında başıma örttüğüm kapşonu sıyırıp attı arkaya, boynuma sarıldı, “emekli doktorum ben, bütün yazılarınızı okuyorum” diyerek baktı yüzüme; gözleri ışıl ışıldı. Ben söyleyecek bir şeyler ararken de gitti oradan.
Dün hem çok mutlu oldum, hem de içim ezildi.
Bir kez daha Türkiye’nin en önemli sorununun aydın sorunu olduğunu gözlerimle gördüm. Adlarını ilk kez duyduğum iki “sol” parti daha çıktı karşıma. Amipler gibi eşeysiz çoğalanlar, burnundan kıl aldırmayan, mücadele eden insanları kendi kişilik sorunlarına alet edenler bir türlü bitip tükenmiyor. Birkaç gencin parkartını taşıdığı, baştan aşağı provakasyon kokan “Kızıl Parti” grubu geçti önümden. Diğerini anımsayamadım. O pankartları taşıyanlara ve taşıtanlara sorular sormak geçti içimden, “sayıları onlarla ölçülebilen diğer ‘sol-sosyalist’ partilerden ne farkınız var?”, “hangi büyük ideolojik sorunlar sizi ayrı örgütlenmeye itti?”. Ve en önemlisi, “Utanmıyor musunuz üzerinde bin türlü oyunun oynandığı bu zavallı halkı, bu kadersiz toprağı, bu güzel gençliği bölüp parçalamaya?”
Ben iki saatlik bir gözlemden sonra son günlerde epeyce sorun çıkarır olmuş diz protezim ve ameliyat aşamasına gelmiş sol kalça ekleminin ağrılarına dayanamayıp meydandan yavaş çıkarken, yürüyerek alana ulaşmaya çalışan grupların tamamı daha miting yerine girememişti.
Dün, Ankara 1 Mayıs kutlaması gençlerin çoğunlukta olduğu bir şenlik alanında gerçekleşti.
Yalana, talana, türlü oyunlarla ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürenlere karşı sesimizi daha çok duyurmak, daha çok dayanışmak ve daha sıkı bir biçimde birlik olmak zorundayız.
Umut gençlikte, umut gelecekte.
Selam olsun gözlerimizi yaşartanlara.
1 Mayıs yeniden kutlu olsun sevgili dostlar.
2 Mayıs 2025, Alper Akçam