“On altı yıl askerlik yapan, Birinci Dünya Savaşı’nın, Kurtuluş Savaşı’nın tüm cephelerinde tetik çeken ve yaralı olarak köye dönünce topraksız, işsiz, ekmeksiz kalan bir köylünün oğluyum. Çocukluğum onu dinleyerek geçti. 1938’de Köy Öğretmen Okulu (sonradan Köy Enstitüsü) öğrencisi olduğum gün, ‘bu devlet seni okutuyor ya, tüm çektiklerim, tüm akıttığım kan ve ter helal olsun’ dediğini unutmam.”
Talip Apaydın amcam, Köylüler romanının girişinde böyle anlatır babasını ve kendisini. Onu Ankara Karşıyaka’da, sevdalısı olduğu kıraç Anadolu toprağına vereli on bir yıl olmuş. Talip Apaydın’ın “Toz Duman İçinde”, “Vatan Dediler”, “Köylüler” üçlemesini okumadıysanız, kutsal Kurtuluş Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, sonrasında oluşan sınıflar evrilmesini çok da iyi anlamamışsınızdır demektir. Kurtuluş Savaşı yılları ve sonrasında denildiği gibi, “köylü milletin efendisi” olmuş mudur, olmamış mıdır? Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın arkasında bir yerli burjuva sınıfı var mıdır, yok mudur? Kurtuluş Savaşı’ndan sonra toplumsal sınıflar, zümreler nasıl bir değişime uğramıştır? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını arıyorsanız onun romanlarını okumalısınız.
Şu bildiğimiz romana, edebiyata bu kadar çok işlev yüklemek, yazın sanatından böylesi büyük görevler beklemek doğru mudur sorusu geçecektir akıllardan; o konuda da çok konuşabiliriz ama bu ülkenin kendi toprağına, tarihine yabancı aydınlardan neler çektiğini çok daha iyi bilebiliriz. Bu ülkenin başına ne geldiyse Cumhuriyet tarihini Şarkiyatçı Batılı aydınlar Ettien Copeaux’lardan, Erich Jan Zürcher’lerden öğrenmeye kalkan, emperyalizm işbirlikçisi cemaat ve tarikatlarla kol kola duran, liberal geçinen kimi şaşkınların yüzünden geldi…
Talip Apaydın’ın Kurtuluş Savaşı üçlemesinde, çok ayrıntılı, anılara dayalı, köy köy gezilerek yapılmış bir tarih araştırması vardır; kendisinin de en çok sevdiğim roman dediği “Yoz Davar”da ise grotesk halk kültürü üzerine müthiş bir kurgu oturtulmuştur.
Talip Apaydın, Anadolu toprağının bağrından çıkıp Tonguç Baba önderliğinde birer ateş topuna dönüşmüş, Cumhuriyet tarihine çok önemli yapıtlar armağan etmiş Köy Enstitülü yazarlardandır; benim baba dostlarımdan, gerçek amcalarımdandır. Yalnız onunla ve onların ilk işaret fişeği sayılabilecek Mahmut Makal ile, edebiyat dünyasına dalar dalmaz karşılaştığım, halk kültürünün derin dip dalgalarının Rönesansçı etkileri üzerine kurulu kuramsal tezler ve yazınsal yapıtlar üzerine konuşma olanağı bulabilmiştim. Çok güzel söyleşiler yapmıştık. Onların, o güzel baba dostlarının adlarının, anılarının ve yazınsal tarzlarının izini sürmek, onların hırsızların, uğursuzların, bezirgânların öne çıktığı, ortalığı toza dumana büründürdüğü bir ortamda kavgalarını sürdürmek benim boynumun borcudur.
Kurtuluş Savaşı üçlemesinde Molla Mahmut üzerinden anlattığı, tamama yakını gerçek yaşanmışlıklar üzerine kurulu metinde de onun adının kaynağını da buluruz. Onun Talip adı, savaş sırasında babasını ölümden kurtarırken kendisi şehit düşmüş Galip Teğmen’den armağandır. Galip Teğmen son nefesini verirken Molla Mahmut’a, “bir oğlun olursa benim adımı ver” demiştir.
“Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız” ve “Aynanın İçi Aynanın Dışına Karşı” çalışmalarını yaparken, Köy Enstitülü yazarlara karşı hep hasmane bir tutum içinde olmuş Attila İlhan’ın dönem romanlarında karşıma çıkan, Almanya’da bulunduğu sırada Roza Luxenburg karşısında “Yaşasın Proletarya!” sloganını atmış, Türkiye’ye geçtikten ve Kurtuluş savaşı başladıktan sonra Eskişehir’de Kuvayımilliye için tüfek yapım ustalığına soyunmuş gizli Komünist Fırkası üyesi “Beşir Usta” ile Talip Apaydın’ın “Vatan Dediler” romanında Galip Teğmen, Molla Mahmut ve Haceli ile Kurtuluş Savaşı sonrası üzerine konuşan “Bekir Usta”nın aynı kişiler olduğunu anlamak, benim için dünyanın en büyük buluşlarından birisini yapmak gibi olmuştu.
Uşak’ın Tacim köyünde (köyün gerçek adı Hacim’dir; (bunu da kendisinden öğrenmiştim; sonradan bir okurum da yazdı bunu bana) ) Kurtuluş Savaşı başlarken gönüllü olarak savaşa katılan sekiz kişiden yalnızca ikisi sağ kalabilmiş, 9 Eylül günü savaşa savaşa girdikleri ve İngiliz emperyalizminin desteklediği Yunan güçlerini denize döktükleri İzmir’de, savaş başlarken kendilerine de belli ölçüde önderlik etmiş köyün zenginlerinden, iki karılı İbrahim Bey’i, Konak meydanında kaçan Rumlardan kalma bir dükkâna kendi tabelasını asarken görmüşlerdir. İki kahramanımız, savaş başlarken kendi paralarıyla borç harç satın aldıkları atlarını ve silahlarını birliklerine teslim ettikten sonra, yaralı, yorgun, üstü başı yırtık, yamalı olarak ve yürüyerek köylerine dönebilirler. Molla Mahmut ve Haceli… Savaş yıllarında köyden Kuvayımilliyeye katılanlar için her türlü düşmanlığı yapmış, Yunan subaylarına içkili sofralar kurmuş Hacı Nuri yine köydedir. Bu kez de kaymakamla samimi olacak, çevrede Rumlardan kalmış topraklara birlikte el koyacaklardır. Bir de traktör alacak, ülke ekonomisi ve siyasetinde, kurduğu ilişkilerle adalet işlerinde de öne çıkmaya başlayacaktır.
Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçti. Savaş sırasında İngilizlerle ve onların arkaladığı Yunan işgalcileriyle işbirliği yapmış saltanat ve hilafeti övüp göklere çıkaranların günümüzdeki uzantıları hâlâ önemli bir halk gücünü kendi politika manevralarında kullanmayı ve çeşitli hilelerle çeyrek yüz yıldır iktidarda kalmayı beceriyorlar. Üstelik o yiğit kahramanların ve yoksul insanların canları ve kanları pahasına kurdukları Cumhuriyet’in olanaklarını, yerine gelince yargı gücünü, emperyalistlerle işbirliği içinde, kendi çıkarları için kullanıyorlar; halkın seçimle işbaşına getirdiği önderleri ve günahsız görevlileri zindanlarda tutuyorlar. Bu güzel ve kadersiz ülkenin aydınlarının en önemli zaaflarından birisi de kendi tarihlerini duruca kavrayamamış olmalarıdır. Bunun için de Köy Enstitülü yazarlar mutlaka okunmalı; Kurtuluş Savaşı ve sonrası, Talip Apaydın amcamın izinden bir kez daha belleklere ve imgelem ufkuna çıkarılmalıdır.
Bugün, yeniden Kuvayımilliye ruhuyla ayağa kalkıp kendi zenginliklerimize, kendi coğrafyamıza, kendi kültürümüze halkımızla birlikte sahip çıkabilmek için bu ülkenin tarihini iyi bilmek zorundayız…
Selam olsun bu toprağı aydın kılanlara…
Selam olsun Talip Apaydınlara…
27 Eylül 2025, Alper Akçam